Yükleniyor...

Yaşamın üçüncü geçiş dönemi olan “Ölüm” hakkında Kırklareli’ndeki uygulamalar nedir? Nasıl uygulanmaktadır ? Şimdi de bu konuda İlimizde yapmış olduğum araştırmalarımın özeti aşağıda verilecektir.

Ölümü düşündüren ön belirtiler; Köpek uluması, tavukların huysuzlaşması ölüm olacağını düşündürür. Yıldız kayması, insanın yıldızının kaydığına inanılarak, o insanın öleceğine inanılır. Rüyada beygir görülmesi halinde de ölüm olacağına inanılır. Hasta bir insanın öleceği zaman yüzü, kulaklarının dipleri ve burnu sararır, dili basılır ve konuşamamaya başlar.

İnsanın öleceği anlaşılınca yanında Kuran ve ezan okunur, salavat getirilir. Hasta konuşamazsa bile içinden Kuran ve ezan okunması ile salavat getirilmesini duyduğuna inanılır. Susuz kalmaması için pamukla su verilir. Ölüm öncesinde susuz kalan hastaya Azrail,

-Ben sana su vereyim, sen bana canını ver, dermiş. Hasta susuz kalmazsa Azrail can almak için başka insanlara gidermiş. Öleceği zaman kesik kesik nefes alır, en sonda üç kere derin derin nefes alır, tavana bakar ve biter/ölür. Ölüm gerçekleşince ölenin gözleri üç kere sıvazlanır ve kapatılır. Ölenin çocukları veya yakınlarından uzakta olan varsa gözlerinin kapanmadığına inanılır, hasreti /bekleyeni var diye düşünülür. Çenesinin altından başı ve iki ayağı birbirine bağlanır. Ölenin üzerindeki elbiseler çıkarılır, tahratlanır, yeni pijama giydirilir, yere yatırılarak üzeri çarşaf veya battaniye ile örtülür, başı kıbleye çevrilir. Ölenin karnının şişmemesi için, erkeklerin karnına bıçak, kadınların karnına makas konur. Buna rahat döşeğine yatırma denir. Ölenin başında en az iki kişi bekler.

Yıkama; ölen kadın ise kadınlar tarafından, erkek ise erkekler tarafından yıkanır. Günümüzde hastanelerde teneşirde, evlerde ise banyoda yıkanırken, eskiden (1970-80’li yıllara kadar) köy yerlerinde görülmeyecek şekilde kilim veya çarşafla kapalı bir alan oluşturularak ateş yakılır ve kazanlarda ısıtılan su ile yıkanırdı. Ölenin yıkandığı bu yerde yedi gece ateş veya mum yakılır. Yıkamayı iki kişi yapar. Bir kişi eskiden susak, şimdi ise maşrapa ile su dökerken ikinci kişi yıkar. Hastaya gusül (boy) abdesti aldırılır, baştan ayağa kadar her tarafı yıkanır tekrar gusül (boy) abdesti aldırılarak yıkama işlemi tamamlanır. Artan yıkama suyundan ölenin elbiseleri yıkanır, hasta olan insanların şifa olsun diye bu artan sudan birkaç yudum içtiği olur.

Kefenleme; Ağzına, kulaklarına, parmak aralarına, dirseklerine pamuk konur, beyaz patiskadan yapılmış kefen ile sarılır. Kefen iç çadır ve dış çadır diye iki parçadan oluşur. Mezara indirilirken tutmak için ayakları, beli ve başı patiskadan kesilmiş kuşak ile bağlanır, kefenin üzerine ve tabutun içine çörekotu ve buhur konarak tabut kapatılır. Ölenin yakınları tarafından, öleni yıkayanlara bir miktar para verilir. Ölmeden önce, insan sağlığında kefenini hazır etmesi halinde her bayram kefene bir kere sarılması gerektiğine inanılır. Bu dünyada paraya çok değer verilmemesi, para için insanları kırmamak için “Kefenin cebi yok” atasözü de yaygın olarak söylenmektedir.

Bir kişi öldüğünde evdeki insanlar tarafından yakında ve uzakta bulunan akraba ve yakınlarına haber verilir. Telefonun köylere kadar girmediği dönemlerde ölenin bir yakını, ölen kişinin komşu köylerde akrabası varsa at ile haber verirken, bu gün bu haber verme işlemi telefonla yapılmaktadır. Ölüm olayının o bölgede duyurulması için camilerden sela (sala) verilr. Ölüm gece olduysa ertesi gün öğlen namazından sonra, ölüm öğlen namazından sonra olduysa ikindi namazından sonra gömülür. Ancak ölenin yakınlarından uzakta olan varsa ve define gelecekse, gelinceye kadar beklenilebilmektedir. Çok seyrek de olsa gece fenerle gömüldüğüne de rastlanmıştır.

Tabutun üzerine türbe denen yeşil bir örtü örtülür. Ölen kadın ise; tabutun baş kısmına başörtüsü veya namazla, genç kız ise, renkli bir elbise koyulur. Ölen tabuttan çıkarılarak kefeni ile gömülür, boşalan tabut camiye götürülür, başka bir cenazede tekrar kullanılır. Kadınlar mezara defin için gitmezler.

Cenaze namazı erkekler tarafından kılınır. Ölen tabutun içinde başı güneye, ayakları kuzeye gelecek şekilde musalla taşına yatırılır. İmam namaza katılanlara döner, namazın nasıl kılınacağını anlatır ve imamın önderliğinde namaz kılınır.

Cenaze namazı sırasında namazı kıldıran hoca üç kez;

  • “Rahmetliyi nasıl bilirsiniz?” diye sorar. Orada bulunanlar da,
  • “İyi biliriz” der.

Tabuttaki cenazenin mezarlığa götürülmesi esnasında herkes cenazeyi taşımak için birbiriyle yarışır. Daha önce hazırlanmış olan mezarın başına gelinir. Birinci derecedeki yakınları tarafından mezarın içine indirilen beyaz bezle kefenlenmiş durumdaki ölü, yüzü kıbleye gelecek şekilde, (Baş Batı, ayaklar Doğuya gelecek gibi) yan yatırılır. Çok hızlı bir şekilde orada bulunanlar tarafından mezar kapatılır. Mezarın üstüne baş kısmından ayak kısmına doğru ibrikle su dökülür ve ibrik mezarın yanında bırakılır. Su temizliği, saflığı, arınmayı ifade eder. Ayrıca mezara su dökülmesi kabir ateşini söndüreceği inancından hareketle de ilgili olarak yapılmaktadır. Hoca tarafından dua okunur ve herkes mezarlıktan ayrılır. Mezarlıktan ayrılırken ölünün yakınlarına tekrar baş sağlığı dileğinde bulunulur ve köy dışından gelenler izin isteyip ayrılırlar.

Ölü camiye veya mezarlığa götürülmek üzere cemaat tarafından evden alınınca geride kalan kadınlar da kuran okuyup dua ederler. Bu arada helva pişirilip orada bulunanlara verilir.

Kiremit üzerine yakılan amber kokulu buhur, tütsü yapılarak ölü evinin etrafında dolaştırılır. Evin etrafından geçen insanlar bu kokuyu hissedince o evde cenaze olduğunu anlarlar.

Defin işleminden sonra eskiden ölenin evinde katılımcılara yemek verilir, helva dağıtılırdı. Bu yemekler komşular tarafından getirilen yemeklerdir. Günümüzde mezarlığın kapısında ayran, pilav ve tatlı/lokum ikramı yapılır. Ölüm olayı gerçekleştikten itibaren komşular ve yakınları tarafından ölenin yakınlarına baş sağlığı dilenir.

Ölenin yaşarken yerine getiremediği namazlarının ve yeminlerinin karşılığı olarak para verilir, buna ıskat denir. Ölenin mezarı ilk defa yarı kırkında ziyaret edilir. Daha sonra kırkında, elli ikisinde ve bayramlarda ziyaretler devam eder.

Ölenin arkasından 7 gece Kuran okunur. Ayrıca yarı kırkında, otuz yedisinde, elli ikisinde, senesinde de okunur. Cuma ve Pazar geceleri de Kuran okuma geleneği vardır. Ölenin elli ikisinde burnunun direğinin düştüğüne inanılır. Okumalar, ölenin öbür dünyada rahat etmesi için okutulur.

Ölenin eşyaları yıkanıp temizlendikten sonra, istemeleri halinde komşulara verilir, isteyen olmazsa gömülür.

Ölüm bağırarak olursa, o insanın sağlığında ya insan ya da hayvan dövdüğüne, üzerinde insan ve hayvan (canlı) hakkı olduğuna inanılır. Ölenin yüzü nur gibi ve yumuşak olursa günahsız olduğu ve hayırlı bir ölüm olduğuna, yüzü kara ve sert ise günahlarının olduğuna, yazgısının iyi olmadığına inanılır. Ruhun vücudun her yerinde bulunduğu ve ölüm gerçekleştiğinde ağzından çıktığına, Cuma ve Pazar akşamları ruhun evine geldiğine inanılır. Bu nedenle de Cuma ve Pazar akşamları Kuran okunur, ölenin ruhunun sevinmesi için. Geride kalanların yas tutmaması gerektiği, yas tutulursa günah olacağı, dünyaya nasıl geldiysek öleceğimize de inanmamız gerektiğine inanılır.

Mezarlıklar yerleşim yerinin dışında olur. Ancak yıllar geçtikçe yerleşim yerlerinin genişlemesiyle yerleşim yerlerinin içinde kaldığı olur. Ölenin gömülmesi bitince mezarın her iki başına süngü denilen tahtalar dikilir. Bir yıl içerisindeki ilk bayramda doğum ve ölüm tarihi, adı soyadının yazılı olduğu mezar taşı dikilir. Bazı mezar taşlarında ölüm hikâyesi, yaşama doymamışlığı, geride kalanların özleminin yer aldığı yazılara da rastlanmaktadır.

Bu web sitesi Trakya Kalkınma Ajansının TR/21/13/SOS/O008 no'lu proje desteğiyle hazırlanmıştır.